İnsanların hayatlarından zevk almasına engel olan, ayaklarına bağ olan bir hastalıktır.

Depresyonun Tedavisi Var mıdır?

yazar:

kategori:

Depresyonun tedavisi var mıdır? Depresyon ne demektir? Tedavisi var mıdır? Psikolojik bir kökeni var mı? Yoksa tamamen fizyolojik bir şeyden mi bahsediyoruz?

Öncelikle belirtilerinden bahsetmek istiyorum. İnsanların hayatlarından zevk almasına engel olan, ayaklarına bağ olan bir hastalıktır. Genellikle biyolojik nedenlerinin olduğu düşünülmektedir. Belirtilerine baktığımızda genelde, günlük yaşamda yapmak istediğimiz ya da yapmak zorunda olduğumuz faaliyetlere karşı enerji kaybı, isteksizlik, hayata yönelik genel enerji düşüşü olarak tanımlayabiliriz.

Daha önceden yaptığı ilgi duyduğu bir etkinliğe karşı ilgi azalması diyebiliriz.

Kesinlikle. Tolstoy’un güzel bir sözü var. Depresyon nedir diye sormuşlar. Şu anda karşıma cin çıksa dile benden ne dilersen diye sorsa, hiçbir şey dileyemem, şeklinde tarif etmiştir. O kadar enerjisi bitmiş kişinin yani.

Depresyondaki bir kişide görebileceğimiz davranışsal değişikliklerle ilgili, örneğin yemek yeme ve uyku davranışında düzensizlikler görüyoruz.

Evet. Hayatın hemen hemen tüm alanlarında etki ediyor. En büyük belirtisi şudur diyebiliriz, önceden yapılan aktiviteleri yapmaya ilişkin istek kaybı. Kişi ne yapıyordur, sabah kalktığında yatağını topluyordur, kahvaltı yapıyordur. İşine gidiyordur. Bunlar yapması gerekenler. Saçını tarar, aynada dişlerine bakar, fırçalar. Üstünü başını değiştirir. Sabah uyandığında o yataktan çıkmak bir zulme dönüşüyorsa, bunlar için bir enerjisizlik, isteksizlik başladıysa, en büyük belirtiler bunlardır. Özellikle duygu değişiklikleri, çok sinirlilik söz konusu olabiliyor. Çabuk kırılma, alıngan hale gelme, önceden alınmayacakken, o konuda daha hassas hale gelme, sürekli insanlar kendilerini çökkün hissedebiliyorlar. Baskın bir şekilde bunu hissediyorlar. Çok uyuma, uyku sırasında sıkça uyanma, uykusuzluk çekme gibi sonuçlar da görülebiliyor.

Yani uykuda ya azalma veya artma yönünde değişimler olabiliyor. 

Düzen bozuluyor. 

Azalması da artması da depresyon ihtimalini aklımıza getiriyor. 

Huzursuzluk, motivasyonda yavaşlama, motive olamamak, kendini bir işe yaramaz olarak görmek, benden hiçbir şey olmaz gibi bir düşünceye kapılmak, cinsel isteksizlik, yorgunluk hissi, geçmişi düşünme, karamsar olma, geçmiş hatalarını düşünme ve en önemlisi intihar konusu. Suçluluk sanıyorum burada en önemli duygu. Biyolojik kökeni konusuna giriş yapmak istiyorum. Bu konuda oldukça fazla araştırma yapılmış. Şunu da belirtelim, depresyon dediğimizde tek bir hastalıktan bahsetmiyoruz, tıbbi anlamda tanılamaya girildiğinde çok fazla alt türü var. Bipolar bozukluk veya bugün insanların depresyon olarak tanımladığı majör depresyon. Farklı alt tanılardan bahsediliyor. A tipik, mevsimsel depresyondan bahsedebiliriz, doğum sonrası depresyondan bahsedebiliriz.

Depresyonun nedenleri hakkında biyolojik köken deyince nereden bahsetmek gerekir?

Hocam hormonal düzensizliğin depresyonla ilişkisine dair çalışmalar var. Köken tam olarak tespit edilmiştir diyemeyiz. Özellikle serotonin düzeyinin düşmesi ve dopamin hormonunun düşüşü depresyonda gözlenen fizyolojik değişiklikler. Farmakoloji çalışmaları bu hususlar üzerine eğiliyor. Yeni bir bilgiye de rastladım. Konuyu araştırırken dikkatimi çekti. Amerika’da çalışan Prof. Dr. Turan Çanlı depresyonun virüs nedenli, bakteri ya da parazit bulaşması sonucu da olabileceğini belirtiyor. Bunun aile içinde bulaşabilen bir yönü oluyor tabi. Bunun üzerinde çalışmak gerekiyor tabi.

Çevresel şartlar üzerine konuşacak olursak, depresyon çevreden ne kadar etkileniyor? 

Çevre dediğimizde kişi bir sosyal grup içerisinde yer alıyor. Bir ailesi, arkadaş grubu, çalışma grubu oluyor. Kişinin içinde bulunduğu ortam ve içinde bulunduğu duruma bağlı, örneğin hamilelik sonrası veya mevsimsel depresyonu düşündüğümüzde nasıl bir olumlu ya da olumsuz etkiyle karşılaşıyoruz?

Şuradan başlayalım. Neler sebep oluyor ona bakalım. Öncelikle çok sevilen bir yakının kaybı insanda stres yaratıyor. Bu durumda depresyon yaşanması oldukça normal. Ayrılık, evlilik sorunları, kötü bir çocukluk geçirme, işsizlik ve maddi sıkıntıya düşme.

Bu çok önemli. Özellikle sosyoekonomik problemlerin olduğu durumlarda depresif belirtilerle çok karşılaşılıyor. 

Bunun dışında toplumsal felaketler. Deprem gibi. Biz 99 depremini yaşadık. O deprem bölgesinde çok psikolog arkadaş çalıştı. Travma yaratacak savaş durumları, şiddete maruz kalma da depresyona neden olabilmektedir.

Mustafa hocam devam etmeden, şunu sormak istiyorum. Bir yakının kaybının ardından, bizim yas diye tabir ettiğimiz bir süreç var.

Yas süreci ile depresyonu nasıl ayırt edeceğiz?

Yas süreci kısa bir süreçtir. Örneğin bizim Türk kültüründe taziyeler yaklaşık bir hafta sürer. Ya da 10 gün sürer. 40 gün yas tutulur. Bunun gibi belirli rakamlar vardır. Bundan sonra kişinin normal hayata dönmesi istenir. Toplumsal olarak bu şekilde biçilen bir rol var. Bu sistem çok güzel bir sistemdir. İnsanın zor bir anında kendi kendine bırakmayarak, çünkü depresyon anında kişi kendi içine çok döner. Sürekli kendini değerlendiriyor. Kendi ile uğraşıyor. Ben ne yapacağım gibi sorularla boğuşuyor. Ama etraftan komşular, akrabalar gelince, ister istemez bu duygular çok gün yüzüne çıkmıyor. Bu süreç tamamlanması gereken bir süreç. Belli bir süre sonra bu duygu durumunun atlatılması gerekiyor. Ama elbette ki kaybedilen kişiye karşı üzüntünün devam etmesi de çok normal ancak, günlük yaşamın akmaya başlaması, kişinin sabah kalktığında saçını taraması, kendi ile ilgilenmesi gerekiyor. Örneğin uzun sürdüyse 6 ay gibi, hala yas tutuluyorsa, bir yıl iki yıl geçmesine rağmen ölen kişinin yası tutuluyorsa, onun yatağı hala düzeltiliyor, onun için de yemekler yapılıyor ve masaya tabak konuluyorsa burada bir sorun var demektir.

Zaten psikolojik rahatsızlıklarda, normal ve anormal davranışı birbirinden ayırd etmede en kaba değerlendirme şu alanlarda yapılıyor. Kişinin sevebilmesi ve çalışabilmesi. Sevebilmek derken, bir şeye ilgi duymak, onunla ilgilenmek sevmeye ilişkindir. Eğer yas sürecinin sonunda kişide bazı etkinliklere karşı ilgi uyanıyor ve o etkinliklere katılma yönünde istek uyanıyorsa ve artı işi bundan çok olumsuz etkilenmiyorsa, normale dönülmüş demektir. Ben mesela öğrenciliğimiz zamanında da duyduğumuz bu tür vaka çoktur, yas sürecinden sonra ailede kaybedilen kişiye, uzun yıllar boyunca, masaya tabak koyulması, odası sanki o hala yaşıyormuş gibi düzenlenmesi, canlı tutulması, çok açık bir şekilde yas sürecinin atlatılamadığı, bu döneme takılıp kalındığı anlamına geliyor. Bu durumlarda bir uzman desteği alınması gerektiği bilinmeli.

Kesinlikle hocam. Bir psikoloğun güzel bir sözü var. Kendine güveni olmayan, sorumluluk duygusu olmayan, yaşamın sürprizlerine açık olmayan kişilerde daha sıkça görülebiliyor. Hayatın sürprizlerine açık olmak, bazı durumları olduğu gibi kabul edebilmek, gerektiğinde es geçebilmek gerekiyor.

Aşk ve ilişkilerle ilgili sormak istiyorum.

Özellikle genç erişkinlik döneminde, 20-30 yaş arası dönemde aşk ilişkisini, bir kız ve bir erkek arasındaki ayrılıklarda da depresif belirtiler görülebiliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsun? Bu doğal bir süreç mi? Bu durumda olan bir kişinin odaklanması gereken bir şey var mı?

Bu dönem insanlar için yıkıcı bir dönem olarak algılansa da çok yaratıcı bir dönem de olabiliyor. Bu dönemlerde iyi şairler çıkabiliyor mesela. Yani hayatın bir gerçeği. Örneğin Vangogh’un resimlerine bakıldığında depresif belirtiler renk seçimlerinden bile çıkarılabiliyor. Hatta o kulağını kesme hikayesi de böyle bir dönem içinde vuku bulan bir davranıştır. Bu dönemde benim tavsiyelerim, mümkün olduğunca korku ve şiddet filmlerinden uzak dursunlar, ağır slov müzik dediğimiz, insanın duygularını daha da depreştiren müziklerden kaçmaları gerekiyor. 

Arabesk müzikten?

İnsanlara bu dönemde umut verici müzikler dinletmek gerekiyor.

Hayatta inişler çıkışlar olabilir. Sürekli kötü gitmez.

Aynen. Kişi şunu bilmeli, hayatta kötü yaşantılar olacaktır. Ancak her inişin bir çıkışı da olacaktır. 

Bilinçaltında kişinin sahip olması gereken temel inançlar bunlar aslında. 

Kesinlikle. Müzikleri o yüzden söyledim, karamsar düşünceler bu dönemde umutsuzluk aşılayan müziklerle besleniyor. Kişinin karamsar düşüncelerinin besinini kesmesi ve aydınlığa hazırlanması gerekiyor. Mesela burada spor yapmak önemlidir. Diyeceksiniz ki kişi elini bile kaldırmak içinden gelmezken nasıl spor yapabilir? İşte bunu başarmak zorunda. Kişinin kendisinin küçük bir adım atarak, adım adım, güneşlenerek mesela güneşlenmenin depresyonda çok olumlu etkileri olduğu söyleniyor. 

Aslında yaptıkça kişinin duygu durumu da değişiyor. Bununla ilgili biyolojik feedback deneyleri var. Benim çok ilgimi çeker. Keşke hepimizin biyolojik feedback verebilecek bir makinesi olsa da, bir ekranda kendisini görebilse. Burada yapılan çalışma şu, kısaca açıklamak gerekirse, kişiler hormonal değişimlerini görebilecekleri bir cihaza bağlanıyorlar. Kişilere duygularında bir değişim olduğunda hormonal değişimi görebilecekleri bir ekran sunuyorlar. Bu aslında tam tersi açıdan düşünüldüğünde, ilaç tedavisinin depresyonda oynadığı rolle aynı. Kişinin fizyolojik dengesini düzenleyerek, ona müdahale ederek duygu durumunu değiştiriyor. Hatta şöyle bir deney hatırlıyorum, sütü az gelen bir annenin çocuk doğduktan sonra, aynaya baktığında gülümseyerek, ki gülümsemek süt salgılayan hormonu harekete geçirir, sadece mekanik bir gülümsemenin ve o mekanik gülümsemeyi gören ve algılayan beynin de otomatik olarak ilgili hormonu salgılamasına neden olduğu tespit edilmiş. Bu şunu gösteriyor, içinizden gelmese bile, mekanik olarak yaptığınızda, ne olabilir bu mesela, bir etkinliğe katılmak içinden gelmiyor, kendini enerjisi bitmiş hissetsen de, dışarıya çıkıp yürüdüğünde, dışarda karşılaşabileceğin olumlu yaşantılar hormonal dengeyi de değiştirecektir. O nedenle biz şunu tavsiye etmiyoruz, önce psikolojim düzelsin sonra kalkıp çalışırım. Hayır önce kalk çalış, belki çalıştıktan sonra psikolojin düzelecektir.  Bu anlamda söylediğin şey kesinlikle çok doğru. İçinden gelmese bile o sporu kalkıp yapman lazım.

Bu anlattıkların izlediğim bir belgeseli hatırlattı. Yapılan bir araştırmadan bahsediyordu. Deneklerin ağızlarına birer tane kalem almaları isteniyor ve deneklere mizah kartları veriliyor. Deneklerden bu kartlara puan vermeleri isteniyor. İlk gruptan ağızlarında kalem olmadan puan vermeleri istendi. İkinci grup da ağızlarında kalem varken puan verdiler. Daha sonra puanlar karşılaştırıldığında ağızlarında kalem olanların daha yüksek puanlar verdikleri görüldü. Bunun sebebinin, kalem ısırılırken gülerken de kullanılan kasların kullanılması olduğu söyleniyor. Bunun sonuncunda şuraya varılıyor, kaslarınız sizin zihninizi etkiliyor, düşüncelerinizi etkiliyor. O nedenle ben de diyorum ki, kendi elinizle yaptığınız iyilikler en nihayetinde sizin psikolojinizi olumlu yönde etkiliyor. Aslında toplumumuz bunu güzel bir şekilde yapıyor, evde durma, çık hadi dışarı diyor, teşvik ediyor. 

İşsizlik gibi durumların sonucunda oluşan depresyonda, kişilerin sosyal yardım faaliyetlerine ve sosyal aktivitelere katılmaları kendinden çok daha zor şartlarda olan insanları görmeleri aslında çok olumlu bir etki yapıyor. Tabi burada şunu da belirtmek lazım, daha akut durumlarda bu söylediklerimiz geçerli. Kişinin ileri düzeyde, değil evden yataktan çıkmasının bile mümkün olmadığı depresyonlarda, hem medikal tedavinin hem de psikoterapinin olması önemli. Kişinin tıbbi tedaviyle birlikte psikoterapi yardımı aldıktan sonra bu tür sosyal faaliyetlere katılması olumlu anlamda etkiliyor.

Aslında yaşama bakış açısı da burada önemli. 

Hocam burada, kültürün bir etkisi var mı?

Ben burada kültürün oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Yaşama bakış açınız, sosyal açıdan aktif olma durumunuz çok önemli. Alkol kullanımının yüksek olduğu yerlerde örneğin…

Tam burada mesela, üzüldüğünde alkol alma davranışı öğrenilmiş midir?

Bu tepkiler öğrenilmiş davranışlardır.

Mesela dertliysen eline bir kadeh alma, veya dertli dertli sigara çekme…

Özellikle ben holywood sinemasında bunun özellikle üzerinde durulduğunu düşünüyorum. Hatta sahnede sigara içilmiyorsa bile arka fona, bulunulan mekana sigara içilmez işareti koyuluyor, bir şekilde sigara akıllara getiriliyor. Çok etkili bir yöntem. Tabi ki bu yöntemler geçici yöntemler. Kişinin anlık olarak acısını bastırmaya yarıyor. Alkol de bu şekilde. Tabi sonrasında üzerini örttüğünüz sorunlar kar topu gibi büyüyüp, gelip sizi buluyor. 

Gösterdiğimiz tepkilerin öğrenilmesi dediğimizde çocuklar aklımıza geliyor. Biz çocuklarımıza depresif duyguların ortaya çıktığı durumlarda nasıl tepkiler vereceğimizi de öğretiyoruz aslında değil mi?

Elbette. Bunu görüyor çocuk.

Evde mesela anneyle baba kendi aralarında bir tartışma yaşıyorlar. 

Bu da zaten çocuk için bir depresyon sebebi.

Bu tartışmada örneğin eşlerden biri küsüyor. Çocuk bu durumda şunu öğreniyor, benzer bir durumla karşılaşırsan sen de küsebilirsin, kızdığım zaman yemek yemeyebilirim, kızdığım zaman gidip yatarım. Kızdığım zaman duvara yumruk atabilirim. 

Ben burada çocuklarda görülen depresyon belirtilerinden bahsetmek istiyorum. Aslında yetişkinlerde görülen tepkilerle benzer tepkileri çocuklarda da görüyoruz. Kızgınlık, huysuzluk gibi örneğin. Çocuk normalde bu tür davranışları sergilemezken bu davranışlar görülmeye başlanıyorsa ve uzun süreli olarak görülüyorsa, altı aydan bir yıla kadar gibi bir süreç. Devamlı görülen mutsuzluk, sosyal hayattan geri çekilme, iştahta artış veya çoğunlukla azalma. Uyku düzeninde bozulmalar, bağırma veya ağlama nöbetleri. Konsantrasyon güçlüğü, odaklanamama, sürekli mide veya baş ağrısı gibi hastalıklar. 

Çocukta yaşamın normal akışını bozan durumlarda daha çok depresif duygularla karşılaşıyoruz. Örneğin boşanma gibi.

Tabi, örneğin sevilen yakın birinin kaybedildiği veya travma durumlarında. Bir de çevre değişikliği olduğunda.

Sonuçta alıştığı ve kendini güvende hissettiği çevreden ayrılıyor. 

Güvensiz bağlanmanın olduğu veya anneye aşırı bağlanma durumlarında çok fazla görülebiliyor. Bir de aklıma gelmişken söyleyeyim, annenin doğum sonrasında annelik rolüne alışması döneminde de depresyon yaşama riski olabiliyor. Burada bizim kültürümüzün aslında ürettiği güzel bir çözüm var. Lohusalık dönemi dediğimiz bir dönem oluyor. Bu dönemde doğum yapan kişi yalnız bırakılmıyor, onunla ilgileniliyor.

Kültürel yaklaşımlar aslında bireyi yaşama hazırlıyor, ona bir bakış açısı aşılıyor. Örneğin psikiyatrist Kemal Sayar’ın yıllar önce okuduğum bir kitabında, hüzün hastalığı isimli kitapta, şunun ayrımı güzel yapılmıştı, özellikle doğulu toplumlarda, hüzün yaşamın doğal bir parçası olarak kabul edilir. Depresyon belirtileri olarak sayılan belirtileri aslında toplumda göstermeyen kişi yoktur. İştahımızda, uyku düzenimizde zaman zaman değişiklikler olabilir. Bizim toplumumuzda hüzün yaşamın doğal bir parçasıdır. Aile yapısı da burada etkili. Birbirine destek olan aile yapılarında örneğin geniş aile yapılarında yaşanan olumsuz duygular daha kolay atlatılabiliyor. Çekirdek aile bu anlamda biraz daha dezavantajlı gibi. 

Çok sevdiğim forest gump filminde Tom Hanks’in çok sevdiğim bir sözü var, diyor ki annem hep derdi, hayat bir kutu çikolataya benzer, içinden ne çıkacağını bilemezsiniz. Hazır olacaksınız, olumsuzluklar olacak bu gerçek. Ve dediğiniz gibi aile çok önemli. Ailesi sağlıklı olan, iyi olan kişilerde bu tür sorunlar daha az görülüyor. 

Kısacası sosyal ağ, sosyal çevre diyebiliriz. 

Çekirdek de olsa, geniş de olsa aile sağlıklı olduktan sonra gerisi kolay. 

Hocam son olarak tedavi konusunu konuşup bitirelim. Depresyonun tedavisi var mıdır?

Tedavisi olan bir hastalık. İntihar konusu çok önemli burada. Kişi intihardan bahsediyorsa, eşyalarını etrafındaki kişilere dağıtıyorsa, helalleşiyorsa çevresindeki kişilerle, daha önce intihar teşebbüsü olduysa ciddiye alınmalı. Sürekli takip etmek gerekiyor. Özellikle ilaç alımıyla birlikte intihar davranışı bazen ortaya çıkabiliyor, burada ilacın insanın enerjisini artırması gibi bir durum söz konusu oluyor. 

Burada ilaçla birlikte psikoterapinin de alınması gerektiğini bir kere daha hatırlatmamızda yarar var. Destekleyici bir tedavi olarak muhakkak alınması gerekiyor.

Not: Bu metin 2015 yılında Manas Fm’de yayınlanan psikoloji rehberi isimli radyo programının yazıya aktarılmış halidir. Bu yazıda Aile ve Evlilik Danışmanı Kadir Burak Salimoğlu ile Psikolojik Danışman Mustafa Tarık Canbay’ın “Depresyonun tedavisi var mıdır?” konusundaki radyo programının içeriği yer almaktadır.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir